Bugün doya doya nefes alabileceğim son saatlerdi. Bir kaç saat sonra o adamın meşru kölesi olacaktım. Bunu bile bile beni bekleyen sona kendi ayaklarımla gidiyordum. Müebbet hapis cezasına çarptırılan, hayatı gardiyanının iki dudağının arasından çıkacaklar doğrultusunda şekillenecek bir mahkumdan başkası değildim.
YIllar önce bir insana yardım etmenin bedeli bu kadar ağır olmamalıydı. Tabi o zamanlar küçücük şeylerin kader üzerindeki devasa etkilerinden bir haberdim. Aklım ister istemez o günlerin tekrar tekrar muhasebesini yapıyordu. O ilk kıvılcımı engelleyebilecek olsaydım, şuan bambaşka bir konumda olabileceğimi fısıldayan düşüncelerime ket vurmakta zorlanıyordum.
Bugün yine de pes etmemem gerektiğini söyleyen o cılız sesi de kökünden kazımıştım. Umut etmek canımı daha fazla yakmaktan başka bir şeye yaramıyordu. Artık her şey için çok geçti.
Yıl 2012
Atatürk Anadolu Lisesi..
Sabah annemin sesi ile uyandığımda aniden doğruldum. Kim bilir bana kaçıncı seslenişiydi. Yıllardır her sabah annemi en az on defa söyletmeden uyanmıyordum. Burnuma mis gibi kokular gelirken annemin her sabah nasıl bu kadar erken kalkabilip her şeye yetişebildiğine hayret ediyordum. Anlattığına göre o da evlenmeden önce benden çok da farksız değilmiş. Ama anne olmanın onu değiştirdiğini söylüyordu. Bence dünyanın en mükemmel annesiydi. Ona bunu söylediğimde bir gün benim ondan daha iyi bir anne olacağımı söylüyordu ama bu bence kesinlikle imkansızdı. Yine de bana 'anne' diye seslenen minik bir bebeği hayal etmek beni mutlu hissettirmişti. Tabi bunu düşünmek için henüz çok erkendi. Önümde en az bir on yıl gibi bir süre vardı.
Yine daldığımı farkettiğimde aceleyle üniformamı giyip saçlarımı topladım. Anneme ördürmek istesem de bunun için geç kalmıştım. Eğer kahvaltımdan da feragat edersem Elif'i çok bekletmeden yetişirdim. Her gün bir şekilde onu ağaç etmeyi başarıyordum.
Odamdan çıktığımda annem, babam, abim ve kardeşim hep birlikte kahvaltı yapıyorlardı. Şuan onlara eşlik etmek istesemde elimden gelen bir şey yoktu. Çantamı omzuma atıp kapıya yönelince annemin ''Leyla kahvaltı yapmayacak mısın annecim?'' dediğini duydum. Hızla ayakkabılarımı giyerken bir yandan da anneme cevap veriyordum.
''Geç kalıyorum okulda bir şeyler atıştırırım'' dedikten sonra merdivenleri inmeye başladım. Bu kadar acele etmeme rağmen yine de Elif'in benden önce gelip beklediğinden emindim. Bunu nasıl başarıyordu bir türlü anlayamıyordum.
Elif ile çocukluk arkadaşıydık. Birlikte büyürken birbirimizden başka kimseye ihtiyaç duymamıştık. Hiç sahip olamadığım kız kardeşim gibiydi. Artık ailemizden biri gibi olmuştu. Hatta bazen annemle benden daha iyi anlaştığını düşünmüyor değildim. Ayrı okullarda okurken hırs yapıp aynı liseyi kazanmıştık. Bu yıl ilk senemizdi. Gözümüzü korkutan lise hayatına birlikte başlayacağımız için çok sevinmiştim.
Kapıya çıktığımda yanılmadığımı gördüm. Elif çoktan gelmiş beni bekliyordu.
''Her sabah acele etmeme rağmen nasıl benden önce hazırlanıp geliyorsun bir türlü anlayamıyorum '' dedim.
Bana göz devirip ''herkes senin gibi uyuşuk değil'' deyip kendini gösterince güldüm. Onun sözlerine alınmazdım. Haklıydı, sanırım ben biraz ağır kanlıydım. Kol kola girip okula doğru yürümeye başladık. Okulumuz otobüse binilmesi gerektiği kadar uzaktı, ama bir biraz erken kalkıp laflayarak gitmeyi daha çok seviyorduk. Okuldaki beş dakikalık tenefüsler bize tabiki yetmiyordu. Okul çıkışlarında da Elif şimdiden üniversite sınavlarına hazırlanmaya başladığı için pek vakit geçiremiyorduk. Çünkü Elif annemi örnek alıyor, onun gibi doktor olabilmek için çok çalışması gerektiğini düşünüyordu. O da kendince haklıydı. Yaşıtlarımız geçici mutlulukların peşinde kendi kimliğini bulmaya çalışırken Elif şimdiden rotasını belirlemişti. Ayakları yere sağlam basıyordu. En çok onun her anlamda olgun olmasını seviyordum.
Bana gelince ben pek onun gibi değildim. Yerine göre davranmayı daha çok seviyordum. Tabiki geleceğim için çalışmalıydım ama bence henüz erkendi. Zaten lise sınavına hazırlanırken baya yorulmuştun. Bu yüzden önümüzdeki iki yılı kendime izin vermiştim. Sonuçta herkesin kıymetini bil dediği gençliği bir kere yaşıyorduk. Dikkat ettiğim sürece istediğim üniversiteyi kazanmak çok da zor değildi.
Okula geldiğimizde birkaç arkadaşımızla ayaküstü sohbet edip İstiklal Marşımızı okumak için sıramıza geçmiştik. Sınıflara dağıldığımızda bugün nöbetci öğrenci olduğumu öğrendim. Kapı girişindeki görevi bana vermişlerdi ve nöbetçi öğrenci olmaktan nefret ediyordum. Okul bitene kadar kapı girişinde oturup, gelen velilerin isimlerini ziyaretci defterine kaydetmek dünyanın en sıkıcı işleri listesinde ilk 10'a rahatlıkla girerdi. Şimdiden sıkılmaya başlamıştım. Okuduğum kitap bile sıkıntımı almaya yetmemişti. En iyisi sonra devam etmek diye düşünüp kapattıktan sonra dışarıyı izlemeye başladım. Son sınıfların beden eğitimi dersi vardı. Okulumuzda basketbol takımı olduğu için erkekler ağırlıklı olarak basketbol, kızların bir kısmı voleybol oynuyor, diğerleri serbest takılıyorlardı.
Basketbol oynayanları izlemek benim için daha eğlenceliydi. Bazen babam ve abim ile NBA'nin maçlarını izlerdik. Bundan dolayı ilgimi ister istemez cezbediyordu. Oynayanlara dikkat ettiğimde sanki oynamıyorlar birbirlerinden hırslarını çıkarıyorlar gibiydi. Tabi oyunda iki azılı düşman olunca başka türlüsü düşünülemezdi. Pek ilgilenmesem de Buğra ve Selim'in birbirlerinden haz etmediklerini ben bile biliyordum. Bu yıl müdür yardımcımız belki aralarındaki anlaşmazlık biter düşüncesi ile onların kaydını aynı sınıfa almış fakat gördüğüm kadarı ile pek işe yaramıştı. Buğra'nın Selim'i hızla yere itmesinden sonra Selim yüz üstü yere çok kötü bir şekilde düşmüştü.
Acele ile dışarı çıktığımda herkes Selim'in başına toplanmıştı. Küçüklüğümden beri annem ile hastaneye gittiğim için ilk yardıma dair az çok bir şeyler biliyordum. Selim'in yanına eğilip sırt üstü çevirdiğimizde kaşı kanıyordu ayrıca diz kapakları çok fena zedelenmişti. Oradaki çocuklardan birine ilk yardım çantasını getirmesini söyledikten sonra Selim'e seslenip iyi olup olmadığını sorduğumda Selim birkaç kez gözünü kırptıktan sonra tebessüm ederek çatallı sesi ile ''iyiyim'' dedi. Yerinden doğrulmaya çalışırken yüzü ekşimişti. Avuçlarının içi de zedelendiğinden canı acımış olmalıydı.
Ben gelen ilk yardım çantasını açıp içinden batikonla pamuğu çıkarıp kaşına sürmeye başladığımda Selim pür dikkat beni izliyordu. Yüzünde acı çektiğine dair en ufak bir belirti yoktu. Kaşını bantladıktan sonra avuç içini temizlemek için sağ elini avucumun içine aldım. Ellerim onunkinin yanında küçücük kalmıştı. Yavaşça avucunu ve dizlerini sardığımda herkesin bize baktıklarını farkedince çok utanmıştım ama bu duruma seyirci kalamazdım.
Nihayet işim bittiğinde toparlanıp ayağa kalktım. Arkadaşları da koluna girip Selim'i kaldırdılar. Yüzüne baktığımda hala bana baktığını gördüm. Rahatsızca yerimde kıpırdanıp "geçmiş olsun" dedikten sonra arkamı dönüp ilerlemeye başladım. Selim ''teşekkür ederim peri kızı'' diye bağırdığında kaşlarımı çatıp arkama baktım. Selim yüzünde eğreti bir gülümseme ile bana bakmaya devam ediyordu.
Başımı çevirip hızla nöbet yerime gittim. Yüzündeki ifade resmen insanın içini ürpertiyordu. Okula başladığım günden bu yana ne zaman Selim'i görsem beni sanki ondan iten bir şey varmış gibi bakışlarımı kaçırırdım. Belalı bir tipti bana bulaşması en son isteyeceğim şey olurdu sanırım.
Daha fazla düşünmeyi bırakıp masamdaki kitabımı elime alıp tüm ilgimi ona vermeye çalıştım. Ama gözlerimi her kapadığımda bir çift koyu mavi gözün bana baktığını görüyordum. Ben onu arka plana atmaya çalıştıkça bilinç altım benimle oyun oynuyordu. Yine de sonunda düşüncelerimin dizginini elime alabilmiştim.
O günün hayatımın en nefret edeceğim günü olacağından henüz habersizdim.
****
O günden sonra Selim'in bakışlarını sürekli üzerimde yakalıyordum. Nereye gitsem bir şekilde karşıma çıkıyor rahatsızlık verecek düzeyde beni izliyordu.
Arkadaşlarım da fark etmişlerdi. Okula girdiğim an herkes yanındakini dürtüp beni gösteriyor, fısır fısır bir şeyler konuşuyorlardı. pek sosyal biri değildim ama nedense herkesin bir anda benden daha da uzaklaştığını hissediyordum.
Nedense içimden bir ses bu olanlarla Selim'in bir ilgisinin olduğunu söylüyordu. Ama şimdiye kadar hiçbiri ilgimi çekmediği için umursamıyordum.
Eve geldiğimde annem bugün evdeydi, birlikte anne kız mutfakta vakit geçirip film izledik. Annem ''ee yok mu artık kalbinizi attıran yakışıklı bir çocuk Leyla hanım. Artık çok güzel bir genç kız oldunuz." dediğinde utançla gözlerimi kaçırdım. Nedense aklıma hemen Selim gelmişti. Ama o kalbimi attırsa attırsa ancak sinirden attırırdı. Kendini beğenmiş, ukala ne olacak!
''Anne ya azıcık klasik bir anne olamaz mısın? Kimsenin annesi kızına böyle şeyler sormuyor." diye sitem ettiğimde annem içten bir şekilde gülümsedi.
''Benim huysuz kızım, anlaşıldı biri var gibi de emin olamıyoruz anlaşılan.''
''Yok anne ya okulda beni huzursuz eden biri var aklıma o geldi. Ama ben hallediyorum. Yanlış anlama lütfen. Onunla asla birlikte olmam. O çok ürkütücü ve itici.''
''Belli olmaz kızım ben de ilk başta baban hakkında öyle düşüyordum, emin konuşma istersen.''
''Ben eminim anne sen merak etme'' dediğimde kendimden son derece emindim. Hem onun son senesiydi. Çok çok bu eziyete biraz daha katlanacak ve sonsuza kadar ondan kurtulacaktım.
Ya da ben öyle zannediyordum...
***Bölüm Sonu***
Yorumlar
Yorum Gönder